Yüzbinlerce kişinin katıldığı gösterişli mitingler, televizyonlarda yapılan tartışma programları, her köşede duran bilboardlarda siyasilerin devasa yüzleri, son ses müzikleri ile dolanan seçim arabaları, bildiriler, afişler, esnaf ziyaretleri…
Devasa bir siyasi propaganda baskısı ile geçtiğimiz klasik seçimden önceki otuz günümüzün özeti kısaca bunlar.
Ancak daha önce hiç düşündünüz mü, bunca para neden harcanıyor?
Bu propaganda yöntemlerinin emekçi halklara olan etkisi nedir ya da seçimde verdiğimiz bir oy neleri değiştirebilir?
Bütün bu sorulara sosyalist bir bakış açısıyla göz atalım.
Kapitalizmin ayakta kalması için emekçi halklara düşen başlıca iki sorumluluk vardır. İlki yaşamak, ikincisi ise çocuk yapmaktır.
Bir patron, işçisinin sabah kalkıp işe gelebilmesini ve işçisi çalışamayacak kadar güçten düşünce de kendisi yerine bir işçi dünyaya getirmesini ister.
Ancak bu şekilde sistemin çarkı dönmeye devam edecek ve patronlar emekçi halklardan elde ettikleri artı değeri katlayabileceklerdir.
Bu düzeni devam ettirmek için halkın sürekli olarak göz açamayacak kadar belli konularla zihinlerini doldurmaları gerekiyor.
Fanatizm ise emekçi halklar için mükemmel bir uyku ilacı.
Fanatizm, hayatımızın her alanında etkili olan bir sistem dayatmasıdır. Bazen futbol takımlarını, bazen ise siyasi partileri canınızı dahi ortaya koyacak şekilde desteklerken girdiğiniz tartışmaları bir gözden geçirin.
Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmeyen dostlarınız ile nasıl tartıştığınızı hatırlayın. Bu yazıda futbol tarafına girmeyeceğim, ancak siyasi partileri neden bu kadar önemseyerek desteklediğinizi kısaca açıklamaya çalışacağım.
Düzen siyaseti en iyi tabirle bir tiyatro oyununa benzetilebilir.
Sahne önünde birbirleriyle kanlı bıçaklı olan iki karakter, seyirciyi taraf tutmaya zorlayan bir senaryoyu canlandırırken, perde indikten sonra kuliste can ciğer kuzu sarması olurlar.
Tıpkı düzen partileri gibi. Ama neden kapitalizm buna ihtiyaç duyuyor?
İnsanlar sürekli olarak daha rahat koşullarda yaşama içgüdüsü olan canlılardır.
Yaptığımız hemen hemen bütün gelecek planları ve eylemlerimizde de bunu görmek pek de zor olmasa gerek.
Ancak kapitalizmin rahatlığı yalnızca sermaye sınıfına hak görülmekte ve bu rahatlığı yaratma sorumluluğu da proletaryanın sırtına yüklenmektedir.
Bugüne kadar kazandığımız bütün haklar (ücretsiz eğitim, ücretsiz sağlık hizmetleri, emeklilik, pazar tatili…) devrimci mücadele ile hayatımıza girmiştir.
Kapitalizm cephesinde ise proletaryaya verilen her hak, sermaye sınıfına bir yük olarak görülmekte ve buna karşı çeşitli yöntemler geliştirilmektedir.
Bu yöntemlerin asıl amacı emekçi halkları meşgul edip uyutmak olduğu göz önünde bulundurulursa ve kapitalizm tarihi açısından teknolojinin yirmi yıl dahi öncesinde insanları bu kadar kendisine bağımlı edecek kadar gelişmediği görülürse, kapitalizmin elindeki en iyi seçenek futbol ve politikayı uyku ilacı olarak kullanmak olacaktır.
Düzen siyasi partileri de sizin dikkatinizi çekeceği üzere, bazı zamanlar radikal söylemlerle arayı bozar ve halkı birbirine düşürecek kadar politize ederken, tam da o anda sokak olaylarını engellemek açısından gündem değiştirip görüşmeler ve ittifaklarla yeniden siyasetin sözde birleştirici gücü ile birlik beraberlik vurgusu yapmaktadırlar!
Seçimler ise ellerindeki en büyük silahtır.
En ufak hak talebinde bulunan kitlelere “Derdini sandıkta anlat, oyunu kullanırken düşünecektin” gibi cümlelerle pasifize eden sermaye medyası, düzen değiştirme taleplerinde ısrarcı olan grupları da terörizm ile suçlar ve halktan tecrit eder.
Ancak seçimlerde kullandığımız oy da bizim irademizle belirlenmiyor, yine düzen medyasının yarattığı ortam ile karar veriyoruz.
Okuduğumuz gazetede, izlediğimiz programda bahsedilen konular sizce gerçekten tarafsız olarak mı ele alınıyor?
Tiyatro oyununda değindiğimiz gibi, bize bir oyun izletiyorlar ve seyircileri birbirine düşürerek karar vermeleri konusunda baskı yapıyorlar. Sonucunda ise tiyatro salonundan çıkarken hangi karakterin haklı olduğuna dair bir oylama yapıp perdeyi indiriyorlar.
İrademizi ve hak taleplerimizi elimizden alarak kullandıkları oylar ile herhangi bir şeyi değiştirme şansımız da bulunmamakta.
Seçimden sonraki gün işçiler fabrikada ter dökmeye devam ederken, siyasiler ve sermaye ise halktan çalmaya ve lüks hayatlarını yaşamaya devam ediyorlar.
Hem de bütün bunlar olurken, seçim düzeni sayesinde emekçi halklar hak taleplerini sandığa saklayıp sokak siyasetinden de uzak kalmış oluyor.
Ne “demokratik” bir sistem ama, değil mi?
Devran Yılmaz
EKONOMİ
19 saat önceGÜNDEM
19 saat önceGÜNDEM
19 saat önceGÜNDEM
2 gün önceKADIN
2 gün önceÇEVRE
2 gün önceGÜNDEM
3 gün önce